Bridgerton 2. sezon

İlk sezon ile ilgili yazım >>

İlk roman ve dizi ile ilgili yazım >>

İkinci roman ile ilgili yazım>>

Ah! Ah! Ah!

Bridgerton serisinin 2. Kitabı ile ilgili yazarken dizinin 2. Sezonunda seçilen yeni oyuncuların umut vaat edici olduğunu ve fazla batırmamalarını umduğumu yazmıştım. Maalesef umudum boşa çıktı.

Bir romanın birebir uyarlamasını beklemesem de, ilk bir iki bölümdeki farklılıklarda, hadi ilk tanışmalarını etkileyici olsun diye değiştirmişler, hadi aralarında gerilim çıkma sebebini hikayeye yer açılsın diye değiştirmişler falan diye diye kendi kendimi avuturken, 4. Bölümde Edwina ile nişan yapan Anthony ile tamamen yıkıldım.

Çok hızlı başladım ama maalesef kitap ile dizi arasında o kadar çok farklılık var ki, nereden başlayacağımı bilemiyorum. Kitap da ağır edebi bir roman değil ki kısaltmak için bazı bölümleri almamışlar diyeyim. Gereksiz dolgu olan kısımlardansa kitapta olan ama dizide yer bulamamış pek çok sahneyi tercih ederdim.

İlk baştan başlayayım.

Anthony ve Kate’in ilk tanışması; Aslında Anthony’nin hovardalık hikayelerini Lady Whistledown’un yazılarından öğrenen Kate daha tanışmadan gıcık olduğu adamı bir partide kardeşi olduğunu bilmesine rağmen açıkça Colin’e çekiştirirken, Colin’in gidip abisine seninle tanışmak isteyen bir hanım var, hem de dans ettiğin genç kızın ablasıymış deyip Kate ile zorla dans ettirmesi ile başlayan zoraki ve gergin iletişimleri, komik diyaloglara ve fiziksel olarak bilerek ayağa basma gibi durumlara yol açmıştı. Dizide ise sabahın köründe parkta tek başına ata binen bir hanıma yardım etme telaşındaki Anthony’e Kate’in çalımı ile tanışmaya çevirmişler. Hadi dedim, Kate’in Anthony’nin dikkatini çekmesi için bir yöntem yapmışlar. Peki, öyle olsun.

Kraliçenin sezonun “elmas”ını seçme olayına çok karışmıyorum. Colin’in gidip Marina’yı ve çocuklarını ziyaret etmesi, Penelope’nin ailesindeki evlilik hikayeleri veya uzaktan gelen kuzenin dolandırıcılık hikayesi gibi sahnelerin sıkıcı ama kabul edilebilir dolgular olduğunu düşünüyorum. Tabi bir de Eloise’in kadın hakları savunucuları ile ilgilenip gidip matbaacı bir çocuğa ilgi duyması kısmı var. Bu hikayeyi başlangıçta Eloise’in uzun dönem bekarlığındaki romantik maceralardan biri olacak herhalde diye düşündüm, tabi yine yanıldım. Sonuçta bu hikaye parçalarının yöneldiği nokta hiç de memnun edici olmadı.

Edwina ve Kate’i canlandıran oyunculara hiç lafım yok. Kate beklediğimden çok daha başarılı canlandırılmış. Zaten Simone Ashley çok güzel bir kadın.  Hatta belki biraz fazla güzel. Romanda Kate için güzel, ilk bakışta dikkat çekmeyen, kız kardeşi yanında biraz sönük ama kendine özgü etkileyici cazibesi olan, dikkatli bakan bir erkeğin kaçırmayacağı bir tip gibi bahsediliyordu. Edwina karakteri ise oynayan Charithra Chandran’ın güzelliğine ve endamına da sözüm yok ama maalesef Simone Ashley ‘nin yanında çok sönük kalmış. Aslında romanda da Kate’in biraz daha kuvvetli, Edwina’nın zarif, narin ve çok güzel olduğu belirtilmişti, ki bu tanıma uygun oyuncular seçilmiş.

Kate & Newton

Burada tek itirazım Edwina karakterine yansıtılan rol. Mesela romanda Edwina kendini Anthony’ e beğendirmeye çalışmaktan çok, bir yandan Anthony’i tanımaya çalışırken, kendi zevklerinden de bahsetmeye çalışan daha akıllı, daha az zengin koca avcısı gibi gözüken bir tipti. Halbuki dizide hem Anthony’e aşık olmuş, hem de kendini ona beğendirmek için cümlelerini özenle seçen, Anthony’den evlilik teklifi alamayınca kesin benim yaptığım birşeyden diye mızıklanan bir karaktere çevirmişler. Hele hele ablası ile Anthony’nin arasında bir çekim olduğunu anladığı noktadan sonra ablasına yaptığı şımarık bir kız çocuğu gibi “beni kandırdın, onu kendine istedin” triplerine katlanmak çok zordu.

Edwina

Halbuki romanda Anthony ve Kate’in ani evlilik kararı alındığında,  ablasına Anthony’nin ondan etkilendiğinin çok belli olduğunu, bunu kendisinden başkasının fark etmemiş olmasına çok şaşırdığını söyleyecek olan, kendisi edebiyata düşkün olduğu için, sosyetedeki adamların arasından uygun birisini sadece ailesine ve ablasına iyi bir gelecek sağlayabilmek için kabul etmiş, aslında gönlü daha entelektüel insanlardan yana olan mütevazi bir karakterdi.

Romanlardaki Anthony’yi çok daha fazla sevdiğimi yazmıştım. Gerçekten, yine aktör ile ilgisi yok, hatta bence Jonathan Bailey oldukça yakışıklı bir adam, ancak nedense ilk sezonda olgunlaşmış abiden yeniden otoriter ve despot kişiliğe dönüşmüş. Üstelik ilk sezonda kadınlar arasında daha bir etkileyici iken, şimdi biraz da tecrübesiz, telaşlı bir adama evrilmiş. Romandaki o kendine güvenen, hızlı hovardalık günleri bitmiş olmasına rağmen kadınlar arasında hala çekici ve çapkın bir adamken, dizide ilk sezondaki halini bile aratır bir hale sokmuşlar adamı.

Anthony

Roman kızkardeşinden uzak kalmasını emrettiği Anthony ile köpek gezdirmeye çıkmak zorunda kalan Kate’in, Anthony’nin göle atlamasına sebep olacak bir kazaya doğru ilerleyecek yürüyüşleri sonrası, Anthony’nin ona çok sinirlenmesine rağmen gecesinde onu bir fantezi düşünde görmesi ile ilerliyordu. (bu göl kazası sahnesini de dizinin ilerleyen bir yerine almışlar ama çok alakasız ve manasız bir şekilde)

Kıza aşırı gıcık olmasına rağmen bu derece fiziksel bir tutku hisseden Anthony evindeki parti sırasında (ki partiden eski sevgilisi Rosso ile Kate’i aklından çıkarmak için biraz gönül eğlendirmek için ayrılmışken) kızı kendi özel ofisinde masasının altında saklanmış bulunca, biraz gözdağı vermek, biraz da dalga geçmek için yakınlaşıp, tahrik etmeye çalışırken kendine engel olamayıp onu öpmesi çok yumoştu. Kız da ondan nefret etmesine rağmen bir erkekle bu kadar yakın olmaktan baştan çıkıp, sonra da şaşkınlığına Vikont’tan aldığı terbiyesiz yanıtlarla adama iyice sinirlenmesini okumak çok keyifliydi. Yani hafif şehvani bir dönem dizisi çekiyorsanız, neden böyle bir sahne varken, romandan bunu birebir almazsınız ki?


Sonra tabi ki Aubrey Hall, yani Bridgerton’ların taşradaki malikanelerindeki bölüm var.

Burada da arabadan inenleri camdan seyreden Anthony’nin Kate’i gördüğü anda nefesinin kesilmesini, Kate’in Edwina ve anneleri Mary ile tatlı laf atışmalarını görmek isterdim. Dizidekinin aksine o kadar burnu büyük ve kasıntı durmayan bu 3 kadının birbirlerine sevgisi ve sıcaklık hissi, romanda insana çok rahat geçiyordu. Ne tuhaf değil mi, direkt görsellikten ziyade okuduğun bir yazının verdiği his çok daha dolu dolu oluyor.

Ana Bridgerton ise yine kurnaz ve tatlı bir manipülatif olarak Kate’in de bahçeleri gezmeye çıktığını bilirken, Anthony’i kafası rahatlasın diye aynı yöne bir yürüyüşe yollayıp yine ikisinin yollarının kesişmesini sağlar. Burada bir öncekine göre biraz daha sakin bir diyalog geçer, ama Anthony yanında yürüdüğü kızı tekrar öpmeyi arzuladığını fark eder. Neyse ki Colin gelip onları kriketimsi oyuna davet edince Kate farkına varmadığı bu tehlikeli durumdan kurtulmuş olur.

Bu noktada Kate’in Anthony’den fiziksel olarak etkilendiğini ama karakter olarak hala aşırı gıcık olduğunu biliriz. Anthony ise Kate’e anlayamadığı fiziksel bir çekim duyduğunun kesin farkındadır. Sadece bunun evlilik için gereksiz olduğundan ve ablanın peşin hükümlü ve yargılayıcı karakterinin yerine daha sakin mizaçlı olan kızkardeşin Vikontes olmaya daha uygun olduğunu düşündüğünü biliriz. Halbuki dizide Anthony ve Kate’in gergin laf sokmaları arasındaki bakışmalarından, klişe romantik komedi kavgalarından, aralarındaki çekimi anlamamız beklenir. Edwina ile nezaketen arada ilgilenilmektedir.

Oyun öncesinde Anthony’nin kardeşleri ile muhabbeti Kate’in Anthony’nin göründüğü kadar pervasız ve düşüncesiz olmadığını anlamasının başlangıcı olur. Bridgerton kardeşler birbirlerine sık sık şakalar yapsalar, dalga geçseler ve itiş kakış yaşasalar da aslında abilerinin aileyi bir arada tutma çabasının ve onlardan fazla büyük olmasa da en büyük olmanın vermiş olduğu sorumluluğu üstlenmiş olduğunun farkındadırlar ve buna saygı duymaktadırlar. Dizide ise abilerine karşı ters cevap veren ve hatta ona tavır alıp odadan çekip çıkanları görünce, Daphne’nin “sen bizim için fedakarlık yapıp, sonra da bize güceniyorsun, sana acıyorum” gibilerinden konuşmasını izleyince açıkçası Anthony için üzüldüm.

Oyun esnasında ikilinin karakterlerinin ne kadar benzer olduğu, sadece aileleri için sorumluluk almak değil de, hırs ve laf ebeliği ile de, iyice anlaşılacaktır.

Aslında roman boyunca ikilinin atışmaları dizideki gibi sürekli bir tartışmaya dönüşmek yerine bir noktadan sonra birbirlerini gıcık etmekten hoşlanan iki arkadaşın muhabbetine döner. Bu noktada hala Anthony’nin çekimine kapıldığını kabul etmemiş, lafını esirgemeyen ama fiziksel yakınlaşmada kafası karışan bir Kate varken, Anthony Kate’den epey bir hoşlandığının gitgide farkında olsa da onu sadece Edwina’nın evlenmesine izin vermek için ikna etmeye çabaladığına inandırmaktadır kendini.

Dizide ise olay sıralarının epey bir karışmış, değişmiş olduğunu görürüz. Meşhur arı sokma sahnesi mesela. Romanda bahçede otururlarken Kate’i arı sokunca panik atak geçirip aşırı hareketler yapan, bunun sebebinin de babasının başına gelenler olduğunu biliriz, Anthony ile Kate’in “basılması” ve evlenmek zorunda kalması şeklinde gelişen hikaye, dizinin daha erken bir yerinde, fiziksel bir yakınlaşmaya bahane olarak kullanılıp, harcanmış. Ardından gelen ve romanda hiç olmayan av sahneleri ise, Kate’in bacağını görmemiz ve birbirlerine fiziksel olarak yakınlaşma bahanesi bulmaları dışında hikayeye bir katkısı olmayan dolgular.

Gelelim romandaki favori sahneme. Balo gecesi. Ama önce bir mola verip romandaki Lady Whistledown ile dizideki arasındaki farkları söylemek istiyorum. Romanlarda ancak 4. Romanda kimliğini öğrenecek olsak da dedikoducu yazarımızın kimliği dizide çok daha erken ortaya çıkar. İlk sezonun sonunda Penelope olduğunu öğrendiğimiz için dizide onun dedikoduları öğrenme metodlarını canlı canlı görürüz. Bunu roman ile bağı koparmayan hatta ilerisi için iyi bir hazırlık olarak atılmış doğru bir hamle olarak görmüştüm. Ama romanlardaki Whistledown’un dizidekine göre çok daha hafif konular yazdığını, insanların sosyal statüsünü etkilemeyen konular seçtiğini görürüz. Halbuki dizide epey büyük skandallara konu olacak haberleri de yayınlar. Bu dizide olan bazı olaylardan dolayı değineceğim bir nokta olacak.

Partiye dönersek, partide Cressida Penelope’yi aşağılarken, Anthony’nin gelip bilinçli olarak en büyük onuru verecek şekilde yemek salonuna Penelope ile girmeyi teklif etmesi ve açıkça Cressida’yı görmezden gelecek şekilde davranarak onu rezil etmesi, Kate’in Anthony’e bakışını tamamen değiştiren andı. Kızkardeşine bile “o bir kahramandı” cümlesini kurabilmişti. Bunu diziye nasıl almazlar, hiç anlayamıyorum? Lady Whistledown’un kimliğini bilmemiz, Anthony’e herhangi bir aşk hissetmediğini bilmemize rağmen onu bu derecek öven bir yazıyı yazdıran hareketti bu.

A man with charm is an entertaining thing, and a man with looks is, of course, a sight to behold, but a man with honor—ah, he is the one, dear reader, to which the young ladies should flock.

Lady Whistledown‟s Society Papers, 2 May 1814

Sonra tabi ki kütüphanedeki o gece. Dizide Kate’in fırtınalardan ne kadar korktuğu ile ilgili küçük bir bahsetme var ama romanda bu açıkça büyük bir travma olarak anlatılıyordu. Uykusu kaçtığı için gece kütüphaneye inen Kate aniden başlayan şimşekli yıldırımlı bir fırtına yüzünden kaskatı kesilip bir masanın altına siner ve gece evi kolaçan eden Anthony tarafından korkudan titrer halde bulunup sakinleştirilir. Bu aralarındaki ilk, kalkanların yükselmediği, Anthony tarafından merhamet ile yapılan bir harekettir. Beraber kendi çocuklukları ile ilgili anıları ve hisler paylaştıkları ve gecenin sonunda biz artık arkadaşız şimdi değil mi diye ayrıldıkları bir gece. (Bu gece nasıl birazcık bile canlandırılmaz?)

Kate smiled as she took his helping hand and rose to her feet. “I‟m glad. You‟re—you‟re really not the devil I‟d originally thought you.”

Ardından romanda geçen, daha önce bahsettiğim Anthony’nin çalışma odası sahnesine benzer ama olayların sırası değiştiği için manası da çok değişen tuhaf yakınlaşma sahnesi. Olayların epey ilerlediği bir noktada olunca, gerçekten de bir yandan kızkardeşine kur yaparken, abla ile de işleri yürütmeye çalışan bir adam konumuna düşürmüşler Anthony’i.  

Hele hele Lady Dunbury’nin Kate’ e sen aralarından çekil telkini, ardından Anthony’nin Edwina’ya evlilik teklifi ve Edwina’nın heyecanla “evet tabi evlenirim” diye atlaması. Açıkçası 4. Bölümde olan bu sahnelerden sonra diziyi izlemeye devam etmekte çok zorlandım. Çünkü tüm hikaye değişmiş oluyordu bu noktada. Evlilik gününe gelene kadar Kate ve Anthony’nin göz göze gelmeme çabası, Edwina hariç herkesin Anthony’nin esas ilgisinin Kate’de olduğunu farketmesi ve Edwina’nın bunu ancak rahibin önünde anlaması. Bu saçma süreçten sonra evlilikten cayması.

Halbuki romanda, fırtına gecesinden sonraki olay ertesi sabah bahçede yapılan yürüyüş olacaktı; Gece olanları düşünen Kate artık Anthony ile kızkardeşinin evliliğine bir itirazı kalamayacağının farkına varmıştır. Anthony Bridgerton arsız bir hovarda değildir çünkü. Aslında ondan epey bir hoşlanmaktadır. Kızkardeşine layık bir adamdır. Bu her ne kadar kendisine acı verse de, ki bu noktada Anthony’den gerçekten hoşlanmaya başladığının farkındadır, Anthony’e onayını verdiğini açıklar. Bu haberi uzun zamandır bekleyen Anthony ise o kadar memnun olmadığını fark eder. Beklediği itiraf, onay bu değildir sanki. Tam olaylar olmayacak bir yere gider mi derken (dizideki gibi olmayacak yerlere!!) küçük bir arı herşeyi çözer. Kate’ i sokan arıya normalden fazla tepki veren Anthony, arının soktuğu kızın göğüs bölgesine yakın kısmı Kate’in itirazlarına rağmen iyice açıp zehri emmeye çalışırken, Lady Featherington ve Ana Bridgerton tarafından basılır ki, bu rezaletten tek çıkış yolu Anthony’nin Kate ile evlenmesi olacaktır. Kader ağlarını örmüştür.

Bundan sonraki meydan okuma aslında daha eğlenceli kısımdır. Anthony’nin baştan beri kız kardeşi Edwina ile evlenmek istediğini bilen Kate, kendisi ile böyle bir durumdan dolayı evlenmek zorunda kalan Anthony’den çekinmekte, aslında onun kendini o şekilde sevmediğini ve hoşlanmadığını düşünmektedir. Halbuki Anthony ise normalde ailesine gelin olarak alamayacağını düşündüğü bu aksi ve dobra kızla evlenmek zorunda kaldığına içten içe memnun gibidir. Kızı fiziksel olarak birbirlerine uyum içerisinde olduklarını ikna etmek için bir iki tahrik edici an da yaşandıktan sonra her ne kadar evlenecek olsalar da tören gerçekleşmeden önce gerdeğe girmeyecek kadar kıza saygı duyduğunu söyleyerek (dizidekinin aksine) kendini frenler. Ama her ikisi de tutkularının farkındadır.

Romanda evlilik gecesi ile ilgili dizinin ilk sezonuna benzer fantezi detayları varken, dizinin ikinci sezonunda neden bu kadar mutaassıp kalmış olduklarını da pek anlamadım doğrusu. Bir de dizide aralarındaki bu anlar o kadar acemi çekilmiş ki.

Roman Anthony’nin karısından çok hoşlandığı ama ona kesinlikle aşık olmamaya kararlı olması ile devam ederken, dizi hikayenin bu kısmını evlilik öncesine alarak işlemeyi tercih etmiş. Hadi öyle yapmış olsunlar diyelim. Zaten dizinin son 2 bölümündeki Anthony-Kate ilişkisi nispeten daha izlenebilir. Hikaye akışında bir iki değişiklik çok rahatsız etmiyor. Zaten o noktaya kadar oldukça sinir ettikleri için teselli buluyorsunuz.

Romanda evliliklerinin ardından, Kate’in fırtına travmasını çözmesine yardım eden Anthony, aşık olmanın kötü bir şey olmadığını anladığı ve Kate’in geçirdiği ufak bir kazadan sonra yaşadığı sevdiği kadını kaybetme korkusu ile herşey tatlıya bağlanır.

Dizi fırtına travmasını çok hafif işlediği ve kazayı da evlilik öncesine aldığı için evliliklerini balayından dönüşlerine kadar işleyip orada bırakmış.


Dizideki dolgu kısımlarının roman ile farkların ne kadar açtığından da bahsetmek istiyorum.

Yine Kraliçe’nin Lady Whistledown’ı alt etmeye çalışması yüzünden, Eloise’ in şüpheli duruma düşmesi, gereksiz evlilik hazırlıkları, derken Eloise’in Penelope’nin söylediklerinden onun Lady Whistledown olmasından şüphelenip onu itirafa zorlaması. Şimdi 4. Kitapta Penelope’nin Lady Whistledown olduğunu bulan ilk Colin olacaktı. Hatta Eloise bunu en geç öğrenen kişi idi. Burada ise, öğrendiği bu bilgi ile kendisi ve ailesi hakkında skandallara sebep olduğu için Penelope ile büyük bir kavgaya tutuşup, birbirlerine ağır sözler ederler. Bu noktada 3. ve 4. kitabı şimdiden mundar etmiş oldular ama bakalım bu sezondan sonra devamını çekebilecekler mi?

Bir de tabi Colin gıcığı var. Colin’i dizideki ilk sezonda da, romanların ilk 3’ ün de de epey sevmiştim. Ancak özellikle 4. romandan sonra ki aslında onun hikayesinin romanı idi, çok gıcık olmuştum. Bu ikinci sezonda Colin’in mallığının sinyalini biraz vermişler. Marina’yı ziyaret edip ona hala, o yazı çıkmasaydı ve seninle evlenseydik herşey farklı olur muydu acaba diye ajitasyon yaparken, Marina’nın onun sözünü kesip, sen kendi etrafında sana değer verenlere bak diye tersleyip, ailesini ve Penelope’yi refere edince kızın kıymetini düşünmeye ancak başlayan mal Colin,  dizide bir dans sahnesinden sonra onu “Penelope’ ye kur mu yapıyorsun?” diye sıkıştıran erkek arkadaşlarına, “yok ya, benim onunla öyle bir konuda işim olmaz ki” repliğini söyleyip, bunu gizlice duyan Penelope’nin aşırı üzülmesine sebep olur. Burada yalnız romandaki Colin’e haksızlık da yapmayayım. Aslında bu sahnenin orijinali, 3. romanda annesinin sürekli onu evlendirmeye çalışmasından ve abilerinin şakalarından sıkılan Colin’in bir serzenişini Penelope’nin duyması “Yakın bir zamanda evlenmeyeceğim ama Penelope ile de evlenmeyeceğim kesin!” şeklindeydi, ve çok bozulmasına karşın gururla Colin ve abilerinin karşısına geçip, “sana evlenme teklif etmedim veya birisine senden böyle bir şey beklediğimi söylemedim” demesi bence Penelope’nin olgunlaşmasının en büyük adımı ve 3. romandaki en sevdiğim sahneydi açıkçası. Colin’in romanda düşüncesizce fakat sadece lafın aralarında kalacağını bildiği abilerine söylemesinden ve Penelope’nin bunu duymasından ne kadar utanmış olduğunun anlatımı da cabası idi. Kaldı ki ilk sezonda da Penelope ile dans etmişlerdi. Hem kız kardeşinin yakın arkadaşı olduğu bilindiği, hem de Ana Bridgerton’nın oğullarına partilerde kenarda kalmış, hiç dans daveti almamış kızları en az bir kez dansa kaldırmaları yönünde telkinleri olduğunu bilmemizden, aslında bu danstan başka bir mana çıkarılmasına da hiç gerek olmadığı belliydi. Bu sahneyi sadece 3. romandaki o bölüm için almışlar ve güzelim sahneyi de katletmiş oldular. Çok acı.


Sonuç itibari ile 2. romanın bir uyarlaması olarak bu sezon tam bir facia. Dönem dizisi olarak izlenebilir mi, izlenir. Ama zoraki gidiyor doğrusu. Acaba diyorum covid önlemleri sırasında çekildiği için mi bu kadar uyduruk kalmış bu sezon. Tek yaptıkları modern pop şarkılarını keman ile çalarak dönem müziklerine benzetmişler. Ben sadece iki şarkıyı fark etmiştim ama meğer 1. sezonda da aynı taktik varmış.

Şimdi bu sezon da bittiğine göre, birileri ikinci romanı yeni baştan çekip dizi yapabilir mi lütfen? İsimleri değiştirseler de kabulüm 🙂

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Bridgerton 2. sezon” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s