Doctor Thorne 3 bölümlük bir mini dizi. Pek çok period draması olan ITV kanalı yapımı. 1858 yılında Anthony Trollope tarafından yazılmış romanın uyarlamasıymış. İnternette denk geldiğim bir dönem dizileri listesinde görünce, bakayım dedim.
Dizi güzel, şirin bir dizi aslında. Kostümler, mekanlar falan gayet havalı (saç ve makyaj aksesuarları hariç, ona sonra geleceğim). Renkler çok canlı. Ama hem hikayenin anlatım şekli, hem oyunculuklarla o kadar tuhaf bir sahne hissi veriyor ki. Sanki tiyatro da izliyor ve perdeden perdeye geçiyormuşuz gibi.
Dizi kız kardeşinin namusunu lekelediği için kızmış bir adamın, centilmen tipindeki bir diğerini sokakta kıstırıp sertçe vurması ve adamın düşüp, başını çarpıp ölmesi ile başlar. Ardından 20 yıl sonraya geçeriz. Burada Doktor Thorne ‘un güzel yeğeni Mary’nin kasabanın önemli evlerinden Gresham’ların çocukları ile arkadaş olarak büyüdüğünü ama artık evlenme çağına gelen çocukların arkadaşlıklarının sınıf farkı sebebi ile devam edemeyeceğinin açıkça ima edilmesi devri gelmiştir. Gremsham’ların oğlu Frank’ın de Mary’e ilgisi olduğu açıkça belli edilir. Ama hem Mary’nin hem de bu ailenin kızın soyu ile ilgili şüpheleri vardır.
Mary amcası ile (20 senedir bunu konuşmadıklarına inanmak zor ama…) bu konuda yüzleşince, amcası ona gayrimeşru olduğunu, babasının nasıl öldüğünü ve annesinin başka bir adamla evlenince çocuğunu bırakmak zorunda kaldığını, kendisinin onu aldığını anlatır. Mary tabi ki onurlu bir kadın olduğundan, Gresham’lar gibi asil bir aileye kendisi gibi bir kadının gelin olamayacağından emindir. Onun da sevdiği belli olan Frank’den bu sebeple uzak durmaya başlar.
Bir yandan da dizinin kötü adamı gibi gözüken, civarın tüm topraklarını ele geçirmiş sonradan zengin olan Sir Roger Scatcherd vardır. Onun Mary’nin babasını öldüren adam olduğunu görürüz. Ve onun adına alacak verecek işlerini yürütmesi için görevli olan da Doktor Thorne’dur. Hem onu tedavi ediyordur hem de bu konularda bilgi veriyordur. Adam çok içki içtiği ve doktorun onu sürekli uyarmasından yakın zamanda öleceğini anlarız, ve konuşmalarından vasiyetini de hazırladığını öğreniriz. Vasiyetine kimi koymuştur dersiniz? Bilmeden Mary’i… Tabi ki bazı farklı şartların gerçekleşmesi durumunda geçerli olacak bir vasiyet. Kendi oğlunun ki 25 yaşında daha, ölmesi durumunda tüm mirası kızkardeşinin en büyük çocuğuna kalacaktır. O zaman kadar kızkardeşinin gayrimeşru çocuğunun ölü doğduğunu sandığını anlarız, ama öyle olmadığını Doktor Thorne’dan öğrenecektir. Çünkü Doktor Thorne her zaman doğruyu yapan ve söyleyen dürüst bir centilmendir.
Dizinin şöyle bir handikapı var. Daha başından herhalde böyle böyle olacak diye düşündüğünüz hemen hemen herşey öyle oluyor. Tamam, belki benim daha kötü şeyler olmasını beklediğim noktalar da olmadı değil. Karakterler o kadar transparan ki. Karikatür gibiler. Oğlunun sadece para için evlenmesini isteyen aristokratik anne, ona destek olan bir hala, kadınların lafı altında ezilen ailenin geleceğini kumar ve kötü yatırımlarla yemiş iyi niyetli ama etkisiz bir baba, evin yakışıklı, onurlu, temiz oğlu, evin kızlarından biri melek, öbürü aptal ve kötü, bir başka melek esas kız…
Aslında öyle aman aman izlenecek bir dizi değil belki ama hem kısa olduğu hem de bir nevi kendini iyi hisset gibi bir gidişatı olduğu için çok da kötülemeye dilim varmıyor açıkçası.
Mary’nin amcasını oynayan Tom Hollander’ın sakin sakin oynamasını izlemek keyifliydi. Yeğenine laf eden Lady Gresham’a haddini kibarca bildirmesini de. Ama sonrasında hala kadına ve ailesine iyilik yapmaya çalışması çok fazla abartı geldi.
Evin yakışıklı oğlu Frank ki burada oynayan aktörü övmeden geçemeyeceğim ne kadar temiz yüzlü bir adamdı. Aktörün adı Harry Richardson’ mış ve daha önce Poldark’da da oynamış. Açıkçası Poldark’ın sadece ilk sezonunu izlediğim için bu oyuncuyu görmemiştim. Ama çok beğendim. Oyunculuk olarak henüz net bir şey diyemeyeceğim. Bu roldeki hali hep güler yüzlü, nazik, kibar bir haldeydi. Açıkçası sinirli, kötü bir karakteri nasıl oynar görmek isterim.
Başroldeki Stefanie Martini’de güzel ve zarif gözüken bir kadındı. Keşke canlandırdığı Mary ‘ye biraz daha karakter yazsalarmış, çok daha etkileyici olabilirdi.
Frank’i evlendirmeye çalıştıkları yaşı ondan biraz daha büyük ama çok zengin olan bir kadın çıkar gelir. Amerikalı bir iş adamının kızı Miss Dunstable. Normalde bu tarz dizilerde bu tip kadınları zengin ve çirkin resmederler ya, bu dizide çok akıllı ve tatlı bir kadın olarak resmetmişler. Hatta ben bir ara Frank’in bu kadına aşık olacağını falan bile düşündüm. Veya kadının rol yaptığını ve haince Frank’i kandırıp onunla evlenmek zorunda bırakacağını. Ama demin de dediğim gibi, dizi öyle sert sulara açılmıyor. Sakin sakin gidiyor. Bu rolü de daha önce Mad Men ve Community dizilerinden sevdiğim Alison Brie canlandırmış. Mükemmeldi. Galiba dizide en beğendiğim insan bu kadın oldu. Çok da güzel olmamış mı? İnsan başka bir dönem dizisinde esas kadın olarak oynamasını izlemek istiyor.
Dizinin kötü karakteri babası ölünce yerine gelen oğul Louis Scatcherd olması çalışılıyor. Ama o da bir ayyaş olma ötesinde bir kötülük yapmıyor. Ben sarhoş olup kıza asılacağını düşünmüştüm ama yegane yaptığı, sarhoş olup abuk sabuk konuşup kendini gülünç duruma düşürmesi oldu. Oynayan aktörün abartılı kötü adam havaları atması boşa kalmış biraz.
Yazımın sonlarına gelirken, kadınların kafalarına taktığı o çiçek buketi felaketinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Büyükadada çiçek tacı yapıp satanlar mı sponsor olmuş nedir, ilk başta piknikte oldukları için kafalarına taktıklarını düşündüğüm o çiçek demetleri dizinin her anında vardı.
Dizinin senaristi Downton Abbey’in de yazarı olan Julian Fellowes’ miş. Bunu öğrenince dizinin neden olduğu halde olduğunu anlamak zor olmadı. Downton Abbey hakkında ayrıca yazmayı çok istiyorum, o yüzden detaya girmeyeceğim. Kesinlikle çok severek izlediğim bir seri oldu ama eleştirilecek kısımları da yok değil.
Dizi en azından bu tatlı çiftin hatırı için izlenebilir.
© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.
Cape Horn 