Miss Scarlett and the Duke – Mini Series 2020

Bu diziden ne beklediğimi hatırlamıyorum. Sadece iyi vakit geçirmek ve fazla uzun olmayan bir diziye başlamak istemiştim.  Viktorya dönemi, dedektif, iki başrolde hoş gözüküyor, neden olmasın dedim. Tam isabet!!!

Bir dizi hem bu kadar şirin olsun, kostümlü olsun, dedektif hikayeli olsun, oynayanlar birbirine harika uysun. Tek itiraz edeceğim şey sadece 6 bölüm olması ve henüz 2. Sezonu çekmeye başlamamış olmaları diyebilirim.

Dizi babası eski bir polis müfettişi olan Eliza Scarlett’in kadın başına dedektiflik işlerine girişim çabaları ile başlıyor. Viktorya dönemi, kadınların gerçekten toplumun çok gerisine atıldığı bir dönem. Evleri dışında bir söz hakları yok. (Sanırım bu yüzden genelde evlerin “ana”ları çocuklarına aşırı baskı yapıyorlar. Bir çeşit acısını çıkartmak gibi belki de. ) Hak elde edenler de bunu tırnakları ile kazıyarak ele geçiriyorlar. Belli bir geliri olmayan kadınların pek fazla seçim şansı yok, ya evlilik, ya da genelev.

Aynı zamanda karın deşen Jack’lerin, Sherlock Holmes’lerin çağı. Sokaklarda güvenlik çok az, Scotland Yard yetersiz kalıyor. (itiraf ediyorum, yakın zamana kadar scotland yard isminin gerçekten İskoçya ile alakalı olduğunu sanıyordum. Polis teşkilatının binasının olduğu sokaktan geldiğini çok yeni öğrendim)

Eliza namı diğer Miss Scarlett’de annesi o küçükken öldüğünden beri babası ile büyümüş, babasının ona hobi olarak öğrettiği, afyon ruhunun etkisi nedir, kendisini belli etmeyen zehirler nelerdir, gibi bilgiler ile kriminale ilgi duymuş, ama kadın dedektif olarak onu kimse ciddiye almadığı için, civardaki çocuklara ceset bulurlarsa polisten önce ona haber vermelerini söylemeleri için para veren bir kadın.

Şu kıyafetin güzelliğine bakar mısınız?

Bu çabaları genelde olumsuz sonuçlar verse de, o yılmadan devam ediyor. Bir de onun bu girişimleri ile dalga geçen, zamanında babasının mentorluk yapmış olduğu Scotland Yard dedektifi William Wellington, namı diğer The Duke var. (the duke lakabı meşhur duke Wellington ile isim benzerliğinden dolayı sanırım)

Müfettiş Wellington rolünde kendisini daha önce hiç izlemediğim Stuart Martin var. Ama artık kesinlikle izleyeceğim. Adama öyle çok yakışıklı, erkek güzeli diyemem ama harika bir karizması var. Ve dizi boyunca, kostümlerin ve sakalın etkisi ile de adamı Hugh Jackman’a o kadar çok benzettim ki, Hugh Jackman’ı çok severim, adama karşı doğal bir sempatim oluştu.

Gerçekten benzemiyorlar mı?

Dizideki karakteri de zamanla değişen, gelişen bir karakter. Dizinin güzelliklerinden biri de bu. Karakterler mükemmel olarak başlamıyor. Hataları, önyargıları ile başlıyor. Eliza bile çok akıllı olsada herşeyi bilmiyor. Dizi ilerlerken kendini ispat etmenin veya kanıtlamanın farklı yollarını keşfediyor.

Eliza Scarlett’i oynayan Kate Phillips’i de daha önce hiç izlememişim. Meşhur dizilerden Peaky Blinders’da oynamış ama ben o diziyi henüz izleyemedim. Bu rolde çok tatlı olduğunu söyleyebilirim. Yapmaya çalıştığı mesleğe tutkusunun gözlerindeki muhteşem ışıltı ile yansıtıyor. Hafif numarası, manipulasyoncu, inatçı ama herzaman bir şirin görünüyor.

Dizi Eliza’nın babasının zamansız ölümü ile artık sadece babasının mesleğini değil aynı zamanda ofisini de sahiplenmesi için bir mecburiyet doğuruyor Eliza’ya. Çünkü ellerinde kalan fazla bir para olmadığı ve borçlarda yığıldığından, ya evlenecek ya da sokaklarda kalacak. Aslında tabi bu sadece bahane. Eliza zaten dedektif olmak istediği için, onun bu aşırı cesur hareketlerine itiraz eden arkadaşı Wellington ve hizmetçisi Ivy’e para ihtiyacını işi yapmak zorunda olmasının bahanesi olarak sunuyor.  Ama kendini babasını bulmak için gelen müşterilere ispat etmesi hiç de kolay olmuyor. Kendini davaların ortasına atmaya çalışsa da, çoğunlukla onu güvende tutmak amacı olduğunu söyleyen Wellington aslında ayağının altında kadın dolaşsın istemediğinden, onu sürekli kışkışlıyor.

Bu yolda desteği ise hiç beklenmedik bir kişiden buluyor.

Dizinin başında Eliza ile bir gelin olarak ilgilenen bir anne oğulla tanışırız. Oğlan biraz pısırık durmaktadır ve tabi Eliza’nın babası ölünce anne hemen oğlunu zor durumda kaldığı için kesin kabul edeceğini düşündüğü kıza evlenme teklif etmesi için gönderir. Rupert Parker bu  teklifi eder gibi yaparken maalesef edemeyeceğini haykırır. Daha o gençtir, hayatı yaşamak istiyordur. Eliza tabi zaten evlenmek istemediği için çok rahatlar, Rupert ile arkadaş olurlar. Ona annesine karşı durması için tavsiyelerde bulunur. Aslında sonradan Rupert’ın gay olduğunu anladığımızda aralarındaki kanka(kanki?) ilişkisi çok daha tatlı gelir.

Bir de Moses karakteri var. Eliza’nın iş için sefil publardan birinde araştırma yaparken çatıştığı, ama sonradan aralarında tuhaf bir dostluğun başladığı Jamaicalı.

Bir de Eliza ve William’ın kişisel ilişkileri var. Her iki oyuncunun ekran kimyaları birbirine o kadar uymuş ki. Aslında aralarında romantik bir ilişki yok. Sadece bir defa delikanlıyken Wellington Eliza’yı öpmüş ama ikisi de bundan gülerek, dalga geçerek bahsediyorlar. Eliza Wellington’un zamparıklarıyla dalga geçerken, Wellington’da onun ne kadar inatçı bir başbelası olduğundan dem vuruyor. Aslında Wellington’un  onu (kendi öyle söylese de) sadece kız kardeşi gibi görmediğini arada durup onu süzmesinden, Eliza’nınsa şimdilik buna hazır olmadığını gözlerini hızlıca kaçırıp konuyu değiştirmesinden anlayabiliyoruz. Zaten ikisinin aynı masaya oturup tartışmadan fikir alışverişinde bulunmaları için bireysel olarak olgunlaşmaları gereken konular oluyor, ve ancak dizinin son bölümünde bu noktaya gelebiliyorlar. Ama aralarındaki tartışmaların kısa zamansa son bulacağı da pek yok gibi.

Dizi bir dönem dizisi olarak harika. Ayrıca dedektiflik hikayesi olarak da keyifli. Kesinlikle izlenmeli.

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Miss Scarlett and the Duke – Mini Series 2020’ için 2 yanıt

Yorum bırakın